You are currently viewing MUSTAFA KALENDER – POLİSİYE ROMAN ÜZERİNE

MUSTAFA KALENDER – POLİSİYE ROMAN ÜZERİNE

Bir tür olarak romanın kendisinin bile herkesin üzerinde mutabık kaldığı, ittifak ettiği bir tanımı yoktur.  Bunun en büyük nedeni kuşkusuz ki romanın yaşayan bir tür olmasıdır. Roman, tıpkı bir insan gibi yaşıyor ve zamanın şartlarına göre birçok açıdan değişip kendini yenileyerek yoluna devam ediyor.

Pek tabii, sosyal roman, tahlil roman, tarihi roman gibi roman türünün bir alt dalı olan polisiye roman da yaşıyor ve zamanın şartlarına göre değişiyor. Özellikle de sosyolojik, teknolojik ve adlî bilimlerdeki gelişmeler bu türü doğrudan etkiliyor.

Polisiye romanı, “Gizemli bir suçun, bir soruşturmacı tarafından araştırılarak aydınlatılmasını tahkiye eden romanlardır,” şeklinde tanımlayabiliriz. Buradaki soruşturmacı; polis, dedektif, gazeteci ve ya herhangi bir kişi olabilir. İstisnai bir durum da olsa belirtmekte fayda var ki Agatha Christie’nin “On Küçük Zenci” isimli romanında dedektif yoktur, olayların gelişmesiyle muamma kendiliğinden çözülür. Buradan yola çıkarak polisiye romanlarda dedektif ya da genel anlamıyla soruşturmacı olmazsa olmazlardan değildir diyenler de vardır. Her ne kadar zamanla üslup, içerik gibi birçok unsuruyla değişiyor olsa da polisiye romanlarda olmazsa olmaz iki unsur vardır, bunlar: Suç ve muammadır.

Maalesef, uzun yıllardır polisiye roman ve öykülerin edebî eser olup olmadığı, edebiyatın içinde mi yoksa dışında mı ele alınacağı açık bir şekilde yazılıp, tartışılmasa da gerek akademik camianın gerekse edebî otoritelerin tutumundan bu durumun varlığı aşikar bir şekilde belli oluyordu.

Bilhassa akademik çevrelerin ve edebî otoritelerin roman ve öykü açısından edebiyatı, dünya klasiklerinden ve dil, kurgu, siyasal, sosyal, ideolojik açıdan veya lobisel faaliyetler neticesinde birçok eserinin içinden sıyrılarak tabiri caizse “ben buradayım” diyen eserlerden ibaret sayması birçok türün ve özellikle de polisiye edebiyatın uzun zamanlar gözden ırak tutulmasının ve yok sayılmasının nedenlerinden biridir. Tabii ki bu durumun en büyük sebebi olarak akademisyenleri ve edebî otoriteleri sorumlu tutmak kuşkusuz ki adil bir tutum olmayacaktır.

Polisiye romanların edebî değeri üzerindeki tartışmanın en büyük nedeni olarak -kendine ait bir gizemi, yüksek tutulan heyecanı ve ustalık gerektiren kurgusuna rağmen- sokağa, topluma yer vermeyen, toplumsal meselelerden uzak üç beş şüphelinin etrafında dönen “Katil Kim?” tarzındaki polisiyeler gösterilmektedir.

Bu tarzda kaleme alınan eserlerde, kurgunun, olay örgüsünün, kısacası her şeyin sadece  “Katil Kim?” sorusu etrafında dönmesi ve bu sorunun cevabının bulunmasına hizmet etmesi edebî açıdan polisiye romanlara bakış açısını olumsuz etkilediği düşüncesi hakimdir. Bu durumun, kitlelerin bu tarz eserlere bir bulmaca, esrarlı bir metin algısıyla yaklaşmasına,  boş vakitlerde bir eğlence aracı olarak kullanılıp, metnin esrarını çözdükten sonra bir kenara bırakılacak popüler eserler olarak algılanmasına neden olduğu yaklaşımı vardır.

Ama “Katil Kim?” polisiyesinin içe kapanık yapısı bu tarzın edebi olmadığı anlamına gelmez. Gerek dün gerekse bugün polisiye romanın ve öykünün edebî bir tür olduğunun en büyük kanıtı kuşkusuz ki tüm ön yargılara rağmen bir okur kitlesini etrafında toplayabilme becerisidir.

“Katil Kim?” tarzı polisiyeler edebî değere sahip olmamış, edebî bir lezzet vermemiş olsaydı hiç şüphesiz ki olayların meydana gelme zamanı, oluş biçimi ve olay yerinin çok net bir şekilde tüm çıplaklığı ile anlatıldığı kolluk tarafından tanzim edilen tahkikat evrakları ya da savcılarca hazırlanan iddianameler isimler ve yerler değiştirilerek basılır ve artık adı ne olursaydı yepyeni bir tür oluşurdu. Ama insanlar bir cinayeti veya soygunu yer ve zaman bildirerek tutanak diliyle anlatan cinayet ve soygun belgeleri değil, edebiyatın gerekleri göz önünde tutularak, bedii bir şekilde tahkiye edilmiş olayları okumak istemektedir. İşte, polisiye romanlarla polis  evrakını ayıran en mühim şey edebiyattır;  yani edebi zevk, bedi anlatımdır.  

Bazı edebî otoriteler, polisiyenin akıcı, anlaşılır ve sade dilini edebiyat açısından bir zafiyet, nakıs bir durum olarak görüp bu konuda eleştiri yöneltmektedir. Oysa kullanıla dil ve konu uyum içerisinde olmalıdır. Bunun az edebilik ya da çok edebililikle bir ilgisi yoktur. Sosyal romanın alt dalı olan bir köy romanını ele alalım, bir delikanlının pınardan bakracına su dolduran sevdiği kıza, Fuzuli’den,

“Mende mecnundan füsun aşıklık istidadı var

Aşık-ı sadık menem mecnunun ancak adı var

Beyitini mi okuması daha edebi ve yerinde olacaktır, yoksa Karacaoğlan’dan

Telli turnam sökün gelir

İnci mercan yükün gelir,

Elvan elvan kokun gelir

Yâr oturmuş yele karşı

Dörtlüğünü okuması mı daha edebi ve yerinde olacaktır. Yukarıda yer alan beyitle, dörtlük elbette ki her ikisi de edebî ve güzeldir. Ama pınar başına Karacaoğlan daha çok yakışacaktır. Kısacası dil ile konu ve tür uyum içerisinde olmalıdır.   

Belki de başka bir yazıya konu olacak şu tespiti yapmakta bir mahsur görmüyorum. “Katil Kim?” sorusuyla serüvenine başlayan polisiye roman bugün toplumcu-gerçekçi romanın tahtını sallamaktadır.

Bir cevap yazın