You are currently viewing POLİSİYE YAZAR EMEL ASLAN İLE RÖPORTAJ

POLİSİYE YAZAR EMEL ASLAN İLE RÖPORTAJ

Değerli okurlarımız, sitemizin editörü Mustafa Kalender’in öyküleriyle ön plana çıkan ve dikkatleri üzerine çeken polisiye yazar Emel Aslan ile gerçekleştirdiği röportajı sunuyoruz.

İsterseniz, klasik bir soruyla başlayalım. Emel Aslan kimdir?

Kendi hâlinde yaşayıp giden biridir. 😊

1975 yılında Antalya’da doğdum, büyüdüm. ODTÜ’de Çevre Mühendisliği eğitimi aldım. Uzun yıllar Ankara’da özel sektörde çalıştım ve çok sıkıldım! 2008 yılında kurumsal hayatla bağlarımı kopardım ve otelcilik, barcılık, kampçılık, karavancılık gibi bilumum beyaz yakalı hayallerinin peşinden gittim. Biraz gezgin bir düzene geçiş yapmış oldum anlayacağınız. Farklı dönemlerde Dalyan’da, Ankara’da, Fethiye Kabak Koyu’nda ve Çıralı’da yaşadım. Bütün bu süreç boyunca çevirmenliğe ve yazın dünyasına yöneldim. Artık yılın büyük bölümünü güneyde, Antalya dolaylarında, küçük bölümünü ise Ankara’da geçiriyorum. Yazmaya, çevirmeye ve editörlüğe gittiğim her yerden devam ediyorum.

Yazmaya ne zaman başladınız? Yazmak için özel bir ortam ya da zaman seçiyor musunuz, bir toteminiz var mı?

Hep okunan ve yazılan bir aileydi bizimki, babam emekli Türk dili öğretmenidir. Düzenli günlük tutan, şiirler ve köşe yazıları yazan bir baba figürü olunca edebiyata çok uzak kalamıyorsunuz. Kütüphane dolusu kitabın arasında büyüdüm. Kendimi yazarak ifade etmeye ilkokula gitmeden önce başladım desem yalan olmaz. Aslında çocuklar kendilerine neyin iyi geleceğini ve neye yatkın olduklarını çok iyi biliyorlar fakat ne yazık ki sonradan unutup gidiyoruz. Henüz 5 yaşındayken yazdığım resimli öykü kitapçıklarım, ilkokul boyunca yazdığım defterler dolusu şiirlerim var, hâlâ saklıyorum. Tabii sonrasında okul hayatı, sınav maratonu, üniversite, işler güçler derken, yazmak hayatımda pek öncelikli bir yerde durmadı. Uzun aralar verdim. Ne zaman ki kurumsal hayata veda ettim, yazı-çizi isteği koşa koşa geri geldi. Meğerse hikâyeler zamanı geldiğinde kâğıda dökülmek üzere içimde bir yerlerde birikiyormuş. Polisiye öykücülüğe yönelmem ise 2019 yılında Türkiye’nin ilk ve tek dijital polisiye dergisi Dedektif ile tanışmam sayesinde –ve iyi ki– oldu; sular bir anda rahat rahat akmaya ve yolunu bulmaya başladı. Hayatımın en düzenli ve belirli bir disiplin dâhilinde yazdığım dönemini yaşıyorum. Bunun dışında tiyatro oyunları çevirmenliğine uzun zamandır devam ediyorum. Son 2 senedir Dedektif Dergi ve Herdem Polisiye serisi için aktif şekilde polisiye öykü ve roman editörlüğü de yapıyorum.

Kırsalda zaman geçirirken, yeşile-maviye bakarken, özellikle de doğada yürüyüş yaparken ilham perileri beni daha çok ziyaret ediyor. Yazma sıklığım, aklıma üşüşenlerin yoğunluğuna bağlı. En önemli kriterim ise yazarken yalnız olmak. Yalnızken çok daha üretkenim. İşin ilginci, halen kendime ait bir çalışma odam yok.😊 O sıralar nerede yaşıyorsam, oranın koşullarını kendime uygun hâle getiriyorum ve kendimce izole oluyorum. Aylarca çadırda yaşadığım da oldu, karavanda da, bungalovda da, farklı farklı evlerde de. Bir şekilde şartları uyduruyorum. Bir de gündüz insanıyım ben, gündüz zihnim daha aktif ve odaklanabilir oluyor. Gece kuşu değilim pek, erkenden uykum gelir.

Bir öyküye sağlam bir taslak/eskiz oluşturup mu başlarsınız, yoksa olayların olağan akışıyla mı şekillendirirsiniz öykülerinizi? 

Yazmaya oturmadan önce genellikle öykümün başlangıcı ve finali kafamda hazırdır. Aradaki kurgu kabaca bellidir ama yazım sürecinde önemli ölçüde şekillenir ve detaylanır.

Yazdığınız bir öykünün olgunlaştığına ve artık okurla buluşabileceğine nasıl karar verirsiniz? Bunun için kriterleriniz nedir?

Genellikle içsesimi dinlerim. Öyküyü tekrar tekrar okur, içime sinene kadar kurcalarım. Eşim Hakan’a ve fikirlerine güvendiğim birkaç arkadaşıma okutur, görüş ve önerilerini alırım. İşime gelenleri uygularım. 😊

Neden polisiye türde öykü yazıyorsunuz?

Herkesin içinde bir miktar bulunan karanlıkla empati kurmamı ve kendi içimdeki karanlıkla yüzleşmemi sağlıyor. Ayrıca gündelik hayatın sıradanlığına biraz adrenalin katmış oluyorum.

Polisiye romanı nasıl tanımlarsınız?

Polisiye roman, çok çeşitli alt türlere ve yıllar içinde fazlasıyla değişen/dönüşen bir yapıya sahip bir tür. Tek bir kalıp içinde tanımlamanın pek mümkün olmadığını düşünüyorum. Temel olarak kuvvetli bir suç unsuru ve muamma içermesi, polisiye romanın olmazsa olmazı. Tabii uzun öyküden farklı olarak romanda ana hikâyenin yanı sıra bir veya daha fazla yan hikâye okumak da isteriz. Finalde okurlar olarak gizemin çözülmesini ve suçlunun ifşa olmasını bekleriz –ki bazen suçluyu en baştan itibaren biliriz ancak bu yine de eserin sürükleyiciliğini ve heyecanını zedelemez. Eğer tüm bu süreçte ana/yan karakterler ve olay örgüsü sağlam kurgulanmışsa, suçun altında yatan gerekçeler ve suçlunun psikolojisi iyi sorgulanmışsa, dil ve üslup da akıcıysa, bana göre tadından yenmez.

Polisiye ve dil konusunda ne düşünüyorsunuz?

Her ne kadar “polisiyede dil kaygısı ikinci plandadır” gibi bir genel yargı hâkimse de bana göre her edebi eserde olduğu gibi polisiyede de dil ve üslup büyük önem taşıyor. Sadece karmaşık bir kurguya ve sürpriz bir finale sırtını yaslayan ve edebi dil kaygısını es geçen eserlerden şahsen ben pek keyif alamıyorum. Dünya üzerinde anlatılmamış bir hikâye kalmamıştır büyük ihtimalle. Aynı konuyu yüzüncü defa ele alıyor olabilirsiniz, ama öyle bir anlatırsınız ki akıllara kazınır. Bunu biraz şuna benzetiyorum: Çok bilgili ve donanımlı bir insan olabilirsiniz ama sahip olduğunuz bilgileri üçüncü bir kişiye anlatmak herkesin iyi yapabildiği bir şey değildir. Kimi insan ne anlatırsa anlatsın, konuştukça dinleyesiniz gelir, sizi kendine bağlar. Kimini ise takip edemezsiniz, sıkılırsınız, konudan koparsınız. Yazmak da biraz bunun gibi. Elinizdeki ana malzeme ne kadar iyi olursa olsun, onu iyi anlatamazsanız ziyan oluyor. Onun için bana göre önemli olan ne anlattığınızdan ziyade, nasıl anlattığınız…

Benim düşüncem şu ki “Katil kim?” sorusuyla serüvenine başlayan polisiye roman, bugün toplumcu gerçekçi romanın tahtını sallıyor. Ne demek istersiniz bu konuda? 

Polisiye roman, içinde bulunduğu dönemin toplumsal özelliklerinden muhakkak ki etkileniyor. Suç ve suçlu kavramlarını dönemsel olarak irdeleyen, toplumdaki yozlaşma ve yanlışlara dikkati çeken, mağdur ve ezilen tarafın sesini duyuran, çözüme yönelik öneriler sunan polisiye eserlerin hâkimiyeti dikkate alındığında, evet, bir şekilde iç içe geçtiklerini söylemek mümkün sanırım.

Sizce yabancı polisiye eserler neden daha fazla ilgi görüyor? Yerli polisiye eserler hak ettiği değeri görüyor mu?

Türkiye’de, “Türkler iyi polisiye yazamaz,” şeklinde asılsız bir yargı olduğunu hayretle görüyorum. Bunun nedeni nedir, inanın anlayamıyorum. Öyle sağlam yazarlarımız var ki sorun yerli yazarlara ulaşamamak, onlardan haberdar olamamak mı, kendimizi hor görmek mi, yabancıların her şeyi bizden çok daha iyi bildiğine ve yapacağına dair yersiz bir inanç mı, yabancı eserlere yapılan maddi yatırımın yüksek, tanıtım ağlarının güçlü olması mı,  bilmiyorum, ancak yerli polisiye eserler kesinlikle hak ettiği değeri görmüyor. Yabancı eserler ve yazarlar daha çok ilgi gördükçe yerli yazarların piyasada var olma ve tutunma şansı da giderek azalıyor, tam bir kısırdöngü.

Türkiye’de kitaplar değil yazarlar okunur diye bir kanı var. Ne demek istersiniz bu konuda?

Bunu sektörel bir problem olarak görüyorum ve ne yazık ki konu tamamen “duygusal”. Edebiyatın da zamanla diğer her şey gibi ticari bir ürüne dönüştüğünü üzülerek gözlemliyorum. Çoğu yayınevi kitabınızın içeriğinden ziyade kaç satacağıyla ilgileniyor, hâliyle kitaptan çok yazarın tanınırlığı ve okunurluğu önemli oluyor. Dolayısıyla satış garantili isimlerin karşısında iyi yazılmış yeni bir eserin ve yazarın pek şansı olamıyor. Yeni bir yazar olarak dosyanızı iyi bir editöre okutabilirseniz, çok şanslısınız demektir.  Gerçi giderek kötüleşen ekonomik kriz ortamında hayatta kalma mücadelesi veren yayınevlerinin olabildiğince az risk almak istemelerini de anlayabiliyorum. Aynı şey okurlar için de geçerli. Kitap satın almak maddi açıdan her geçen gün zorlaşıyor. Dolayısıyla okur da parasını hâlihazırda tanıdığı, bildiği yazarların kitaplarına yatırmayı tercih ediyor. Ancak yine de tüm bu süreçte öyle sıkı polisiye okurları tanıma fırsatım oldu ki şunu anladım: Gerçekten iyi polisiye okuru her türlü yeniliği yakından takip ediyor ve iyi esere şu veya bu şekilde ulaşıyor. Azınlıkta da olsalar bunu bilmek mutluluk verici.

Sizi hep polisiye öykülerle tanıdık. İleriye dönük roman çalışmanız var mı?

Şu an için öyle bir planım veya çalışmam yok. Öykü yazmaktan gayet mutluyum. Zaman ne getirir, bilinmez tabii. Bir gün içimde kıvılcım çaktıran bir roman fikri ile buluşursam, neden olmasın?

Bize vakit ayırıp sorularımızı cevapladığınız için teşekkür ederim.

Asıl ben size teşekkür ederim. Yayın hayatınızda başarılar dilerim.

 

 

Bir cevap yazın