You are currently viewing MUSTAFA KALENDER-BEN YAPMADIM!- POLİSİYE ÖYKÜ

MUSTAFA KALENDER-BEN YAPMADIM!- POLİSİYE ÖYKÜ

Cinayet Büroda Hüseyin ile birlikte karşılıklı bir şekilde oturuyorduk. Ortamızdaki sehpada duran Aselsan marka el telsizinden Haber Merkezinin ilgili bölge ekibini bir hırsızlık olayına yönlendirdiği duyuluyordu. Gereğinden fazla açık olduğundan parazitli sesiyle kulağımızı tırmalayan telsizin sesini kıstım. Hüseyin parmağıyla masa üzerinde üst üste duran mavi renkli dosyaları işaret ederek “Şef, ben şu kapanan dosyaları ayırıp, dolaba dizeyim,” dedi. Elimi, otur anlamında aşağı doğru salladım.“Beraber yaparız birer çay içelim de,” dedim.  

Açık kapıdan, koridorda adımlayan Teknisyen Yardımcısı Levent’i görünce “Bize iki çay,” dedim. “Tamam, abi getiriyorum,” diyerek cevap verdi. Beni severdi, sevmediği birine kolay kolay çay getirmezdi; ya çay eski ya demlenmedi ya da amir bey beni çağırıyor diyerek geçiştirirdi.

Çok geçmeden üstünde buğusu tüten çaylarla geldi Levent. Çay çok sıcaktı, adeta çıngı gibiydi;  cam bardak elimi yaktı. Bardağı hemen sehpanın üzerine bıraktım. Biraz bekledikten sonra çaydan ilk yudumumu aldım, demini almıştı ve tam kıvamındaydı.

Tam da içimden, “Bugün Asayiş Büro ne kadar da sakin ve sessiz,” diye geçiriyordum ki “Ben yapmadım, ben yapmadım!” bağırtısı bozdu içeriyi kaplayan sessizliği. Sanki ses, dar koridorun duvarına çarpıp, seken bir mermi gibi kulağımızda vınladıktan sonra hemen önümüze düştü. Gayri ihtiyari olarak Hüseyin ile meraklı bakışlarımız kesişti. “Şef, anlaşılan bir misafirimiz var,” dedi. Başımı sallayarak onayladım onu.

“Ben yapmadım, bırakın beni, vallaha ben yapmadım!” diyordu anlayış bekleyen, medet uman, inanılmak isteyen bir ses. Bu sesi, tanıdık, otoriter, gür bir ses bastırdı: “Böğürüp durma lan, sen yapmadın da ne geziyor parmak izin adamın evinde.” Bu, Hırsızlık Büro’dan Polis Nedim’in sesiydi.

 Bir an kesilen ses tekrar başladı:“Bakın ben tövbeliyim, ben yapmadım, artık düzeldim, sanayide Marangoz Ali Usta’nın yanında işe girdim…” Hüseyin ile tekrar göz göze geldik,  konuşmadık, ama gözlerimizle anlaşıp,  kalkarak kapının önüne geçtik, koridorda durup olanları izlemeye koyulduk.

Yirmi beşli yaşlarda bir genç, elleri arkadan kelepçeli,  Nedim ile Yaşar’ın arasında nezarethaneye doğru ilerliyordu. Yaşar, çattık der gibi başına sallıyordu.

“Bakın abi, ben yapmadım…” Nedim “Eh yeter lan, s.çarım şimdi babanın şarap çanağına!” diyerek sağ dirseğiyle gencin böğrüne böğrüne bir iki kez vurdu. Aldığı darbeler neticesinde  gencin sesi anlaşılmaz bir hâl almıştı. Nedim alaycı bir edayla “Derdini savcıya anlatırsın,” deyip sürdürdü konuşmasını:“ Neymiş, yapmamış, sanki ilk defa hırsız alıyoruz, ulan bu güne kadar kim ben yaptım dedi ki sen de ben yaptım diyesin. Dua et ki her taraf kamera dolu, yoksa seni, anasını arayan kuzu gibi meletmesini bilirdim ya neyse.”

Nedim’den hiç hoşlanmazdım, sanırım bunun en büyük nedeni şüphelilere davranış şekliydi. Hiç acıması yoktu, zayıfları ezebildiği kadar ezer, güçlü karşısında eğilirdi. Nedim’i rol model olarak gören çaylak sayısı da az sayılmazdı.

Genç adam sinmiş ya da itirazının bir işe yaramayacağını anlamış olmalıydı ki sessizce ilerledi iki polisin arasında. Genci, götürerek nezarethaneye koydular. Bir iki yıllık memur olan Yaşar “Nedim abi, adamın haklarını okumadık,” dedi. Nedim küçümser bir bakışla “Şu dediğin şeye bak,” dercesine başını sağa sola salladı. “Hırsızın hakkı mı olurmuş, ne hakkı, hırsızlıktan tam üç sabıkası var, siz üniversite mezunları eski köye yeni adet getiriyorsunuz. Birazdan matbuu bir şüpheli-sanık hakları formu imzalatırız olur biter. Sen boş boş konuşmayı bırak da yakalama tutanağı, üst arama tutanağı, şüpheli-sanık hakları formu ve savcı görüşme tutanağını tanzim et. Öğleden sonra Adliyeye çıkaracağız hırsızı. Ha bir de yarından itibaren yanıma başka birini alacağım, seninle anlaşamayacağız biz,” dedi. Yaşar fena bozulmuştu, ama şefine de bir şey demeden ya da diyemeden Hırsızlık Büroya doğru adımlamaya başladı.

 Geçerek yerlerimize oturduk. Hüseyin “Şef, adamın sesi inandırıcı gibi geldi, ne dersin?” dedi. Başımı sallayıp, dudaklarımı büzdüm. “Valla bilmem ki, iyi tetkik etmek lazım. Doğru da söylemiş olabilir. Ama ne olursa olsun, bu şahıs şu an için suçlu değil, yargılanmalı ve hırsızlık yaptığı ispatlanırsa suçlu sayılmalı.” Hüseyin bana kısa, kesik bir bakış attıktan sonra “Neden bu kadar çırpınıyor ki, suçsuzsa zaten aklanır,” dedi. İç geçirdim. “Belli ki adam adalete güvenmiyor. Nedim gibi polislerin, tartıştığı öğretmenleri keyfi olarak gözaltına aldıran savcıların, yargıladığı sanıklarla kadeh tokuşturan hakimlerin varlığı seni rahatsız etmez mi, adalete olan inancını sarsmaz mı?” Hüseyin “Elbette ki sarsar, ama iyiler de az değil, yani polisin iyisi, savcının, hakimin iyisi,” dedi. “Ben yok demedim ki. Ama herkesin öyküsü başka, bu tip insanlarla karşılaşan kişileri adalete güvendiremezsin. Elbette ki iyiler de var ama kötüler de az değil.”

Bir süre daha konu üzerinde konuştuktan sonra işimize döndük ve kapanan dosyaları ayırarak dolaba güzelce yerleştirdik. Biraz zamanımızı almıştı ama düzenleme işi içime sinmişti doğrusu. “İyi bir yemeği hak ettik,” dedim. “Evet şef. Yemekler benden,” dedi. “Eyvallah,” dedim.

Bürodan çıkmak için toparlanıyorduk ki nezarethane tarafından bir kadın sesi gelmeye başladı:“Hani tövbe etmiştin, hani bırakmıştın, Allah kahretsin seni, nasıl da inandım sana!”

“İnan ki ben yapmadım, bir yanlışlık var!”

“Sen yapmadın da polis niye aldı seni. Niye beni almadı, niye başkasını almadı da seni aldı?”

“Bilmiyorum, ben yapmadım!”

“Senin için babamı karşıma aldım! Babam demişti, kızım inanma bu adam hırsız, hırsız! Yine yapacak…” iyice boğuklaşan ses yerini hıçkırıklara bıraktı, hıçkırıkların arasından bir metalik ses sıyrılarak çalındı kulağıma. “Bak ben yapmadım, emin ol, ben yapmadım!” diyordu genç.

Kadın hışımla, sert, soğuk bir rüzgar gibi esip gitti koridordan. Genç “Çıkarın beni buradan, çıkarın!” diye bağırıyor ve demir parmaklıkları sarsıyordu. Nedim, koridordan nezarethaneye doğru, elindeki copu sağa sola sallayarak hızlıca koşuyordu. “Şimdi gösteririm ben sana, ben senin yedi ceddini… ananı, avradını…” diye bağırıyordu. “Yeter Nedim!” diye bağırdım.  Şaşkınlık ve düşmanca bir yüz ifadesiyle bana döndü: “Sana ne oluyor. İki üç cinayet çözdün diye başımıza adam mı kesildin ulan!”

“Adam gibi konuş, beni yapmak istemediğim şeylere mecbur etme,” dedim.

“Ne yapacaksın lan!”

“Seni rapor edeceğim, dahası şansını zorlamaya devam edersen haddini bildireceğim,” dedim. Üzerine doğru yürümeye başladım. “Gel ulan,” diye bağırıp o da bana doğru yürümeye başladı. Tam yakasını tutacaktım ki Tayfun Amir çıktı:

 “Ne oluyor burada?”

 Nedim “Amirim adam güçlük çıkarıyor,” dedi.

 “Ne zaman çıkacak Adliyeye?”

  “Saat iki gibi amirim,”

 “Tamam, kaldır şu copu.”  Gence dönerek “Sen de akıllı dur, derdin neyse savcıya anlatırsın,” dedi ve odasına girdi. Nedim ile ters ters bakıştık, copu bırakmak için Hırsızlık Büroya doğru ilerlemeye başladı. Nezarethanede yerde parıldayan yüzüğü görünce deminki metalik ses anlam kazandı.

Emniyetin hemen ilerisindeki lokantaya gitmeye karar vermiştik. Lokantanın hem sulu yemekleri hem de kebap çeşitleri çok lezzetliydi. Birçok bekar gibi Adana ve kuşbaşı dürüm yemekten usanmıştım; bugün sulu yemek istiyordu canım.

Lokantanın önünde bizi, ızgaradan çıkan dumanla havaya uçan et ve sulu yemek kokusu karşıladı. İçeri girdik, kimi yemeğini çoktan yemiş elindeki kürdanla dişini kurcalıyor, kimi siparişim nerede kaldı diye garsona ters yapıyor, kimisi de bizim gibi oturmak için boş masa bakınıyordu.

Bulduğumuz boş bir masaya karşılıklı oturduk. Hüseyin’in el etmesiyle genç bir garson geldi. Ben kuru fasulyeyle pilav Hüseyin ise kuşbaşı istedi. Çok geçmeden yemeklerimiz geldi. Karnımızı doyurduktan sonra Hüseyin kasaya doğru yürürken ben de dışarıya yöneldim. Hüseyin yanıma gelince “Ziyade olsun, kesene bereket,” dedim. “Afiyet olsun şef, ne demek,” diyerek karşılık verdi. Ağır adımlarla Emniyet’e doğru yürümeye başladık.

Asayiş Büronun kapısına geldiğimizde içeriden gelen bağırtıları duymaya başladık. Hemen kapıyı açtım. İçeri girmemizle sesler daha da yakınlaştı, daha da netleşti. “Ulan adam kendini asmış!” diye bağırıyordu Yankesicilik ve Dolandırıcılık Bürodan Cemil. “Kim kendini asmış be!” diye söylendim ve sesleri takip ederek nezarethaneler kısmına doğru koşmaya başladım.

Olay yeri olan nezarethaneye geldiğimde hırsızlık şüphelisi gencin sırt üstü yattığını ve Cemil’in hemen yanı başında olduğunu gördüm. Nezarethanenin demir kapısında bağlı, ucu kesilmiş ayakkabı bağcığını görünce gencin kendini asmış olduğunu anladım.

Cemil “Yazık oldu, ölmüş bu, ne nabız var ne nefes!” dedi. Gencin açık gözlerine hüzün ve dehşet karışımı bir bakış oturmuştu. Yarı aralı ağzından dili dışarı sarkmıştı. Gri pantolonunun önü ıslaktı.

Oto Hırsızlık Bürodan Polis Sait namı diğer piç Sait alaycı bir edayla “Karı,  ceylan gibiydi ha, malı mülkü de yerindeydi, demek gidişine dayanamayıp astı kendini,” dedi.  Celal “Bir çek git lan şuradan,” diyerek tersledi Sait’i.

 Bir anda nezarethanenin önü kalabalıklaştı. Nedim, “Ulan başımıza iş aldık iyi mi, lan kahpe dölü biraz daha bekleyip de cezaevinde assaydın ya kendini,” dedi ve nefret dolu gözlerle cesede baktı. 

Tayfun Amir de geldi. “Nezarethane nöbetçisi nerede?!” diye bağırdı. Koşarak gelen nöbetçi “Yemeğe inmiştim amirim,” dedi ve kalabalığı yararak baktığında gencin cesedini gördü. “Ben ne yapacağım şimdi?” dedi endişe yüklü bir sesle.

Çok geçmeden sağlık ekipleri geldi, solunum ve dolaşım kontrolü yaptıktan sonra “Adam EX olmuş,” dediler. Suçlu gözlerini yere diken Nedim “Amirim, ne de olsa birkaç saat sonra Adliyeye çıkaracağız diye ayakkabı bağcıklarını almamıştık,” dedi. Amir başını salladı.“İyi Nedim iyi, savcıya da öyle ifade verirsin artık,” dedi kızarak.

Savcı hiçbir şüpheye mahal vermemek adına, olay Emniyet’te olduğundan incelemeyi Jandarmanın yapmasını istemişti. Bir müddet sonra ortalık sakinleşince Tayfun Amir bizi çağırdı. “Barman, bu büyük bir sıkıntı, büyük bir rezalet, gündüz gözüne nezarethanedeki şüpheli kendini asıyor. Bu olay nedir, ne değildir araştırın, sonuna kadar gidin,” dedi.

Amirle konuşmamız biter bitmez Hüseyin ile birlikte Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Grup Amirliği’ne indik. Amacımız şahsın parmak izi eşleştirmesinde herhangi bir hatanın yapılıp yapılmadığını tespit etmekti. AFİS sisteminden sorumlu Polis Memuru Namık’ın yanına vardık ve durumu özetledik.

Namık oturduğu masanın sol tarafında üst üste dizilmiş zarfları karıştırmaya başladı, neredeyse ortalara gelmişti ki “İşte buldum,” diyerek birini aldı ve açarak içindeki parmak izi transfer kartını çıkardı. “İşte müntehirin parmak izi.” Dikkatlice baktı, “Lasso grubu iz bu,” dedi ve ekledi: “Sağ elin başparmak ve serçe parmak haricindeki tüm parmakları burada.” Kartın arkasını çevirerek parmak izinin bulunduğu yer ibaresinin karşısında yazılı olan “İkamet içerisindeki ahşap kumbara üzeri,” yazısını okudu. 

Namık, elindeki mercekle, izleri bir müddet inceledikten sonra her ihtimale karşı tekrar taratayım dedi ve izleri AFİS sisteminde tekrar taratmaya başladı. Çok sürmeden sonuç geldi: “Yusuf Deniz” Başımla onaylayarak “Evet, bu bizim müntehir,” dedim ve ekledim: “Belli ki buraya kadar sorun yok. Şahsın parmak izi olay yerinde bulunmuş. Farz edelim ki Yusuf doğru söylüyor, yani hırsızlığı bırakmış olsun. Daha önce bu eve hırsızlığa girdiyse bu parmak izi eskiden kalma olabilir mi?” dedim Namık’a. “Sanmam,” dedi başını sağa sola sallayarak. “Evde yapılan rutin temizlikler, aradan geçen zaman… parmak izlerini yok eder. Ancak çok kısa aralıkla girmiş olursa belki,” dedi. “Şunun dosyasına bir bakalım yine de, daha önce bu eve hırsızlığa girmiş mi?” dedim. 

 Namık kalkarak şahsın dosyasını çıkardı ve masanın üzerine koyarak açtı. Sayfaları çevirdi ve olay yerleri adreslerini okudu, üç adres de başka başkaydı. “Olaya hangi ekip gitti, Arif’le Osman mı?” dedim. “Yok, diğer ekip, Cem ile Duran gitti,” dedi Namık. Kalkarak Asayiş Büroya çıktık ve durumu Tayfun Amir’e anlattık. Vakit geç olmuştu. “Yarın hırsızlık yapılan evin sahibi ile bir görüşmeye gideriz,” dedim amire, o da “İyi olur,” diyerek onayladı.

***

Sabah saat on gibi, ekip aracımıza atlayarak “İkametten Hırsızlık” olayının yaşandığı evin önüne geldik. Burası lüks bir semtti, ev iki katlı, villa tarzındaydı.  Evin etrafında bir iki tur atarak şöyle bir göz gezdirdik. İlk katın pencerelerinde ve balkon kapılarında demir korkuluklar vardı; ikinci katın ise pencerelerinde ve balkon kapılarında herhangi bir koruma yoktu. Zaten olay yeri İnceleme raporunda da ikinci katın Mutfak balkonunun PVC kapısının zorlanarak açılmış olduğu yazıyordu. Anlaşılan hırsız, ilk katın pencere korkuluğundan tırmanarak balkona çıkmıştı.

Zili çaldık, kapıyı orta yaşlı bir erkek açtı. Dünden kendisine haber verdiğimiz için bizi beklediği belliydi. Her ihtimale karşı kimliğimi çıkarıp kendisine doğru uzattım. “Polis memuru Barman Kara.” Nazik bir şekilde “Buyurun ben de sizi bekliyordum,” dedi. Oturma odasına geçerek gösterdiği koltuklara oturduk, koltuklar gayet şık ve yeniydi.

Biraz havadan sudan konuştuktan sonra asıl meseleye geçtik. Evin hanımı da odadaydı. Şüphelinin intihar ettiğini söyleyince her ikisi de üzüldü. Cebimden çıkardığım Yusuf’un fotoğrafını kendilerine uzatırken “Lütfen dikkatlice bakar mısınız, bu şahsı tanıyor muydunuz?” dedim. Bir birlerine iyice yakınlaşıp, sokularak dikkatlice baktılar fotoğrafa ve kesin bir ifadeyle “Hayır, tanımıyoruz,” dediler.

Kalkarak mutfağa geçtik ve zorlanan PVC kapıya baktık, zorlama izleri gözle görülebiliyordu.  Olay, hırsızlık için erken sayılacak bir saatte gece 21.00-23.00 arasında gerçekleşmişti. Vernikli, dikdörtgen şeklindeki ahşap kumbaradan altı tane tüm altın çalınmıştı.

“Kumbarayı nereden almıştınız, hatırlıyor musunuz?” dedim.

Evin hanımı “Evet, hırsızlık olayından birkaç gün önce Cemre AVM’den almıştık,” dedi.

“Olayın erken sayılabilecek bir saatte olması, beni şüphelendirdi biraz,” diyerek devam ettim: “Sizi tanıyan biri de olabilir bu işin içinde, muhtemelen sizin evde olmadığınızı bilen birisi, değilse o saatte bir hırsız eve girip de ev sahibiyle karşılaşmak istemez.”  Hüseyin “Dışarı çıktığınızda lambalar kapalı mıydı?” dedi. Kadın “Hayır değildi,” dedi. “Tabii bu da bir ihtimal, ışıkların kapalı olduğunu gören bir hırsız, anlık karar verip girmiş de olabilir,” dedim. Hüseyin “Dışarı çıkarken evde biri var izlenimi vermek için en az bir odanın ışığını açık bırakmak gerek aslında, ben hep öyle yaparım,” dedi. Adam başını sallayarak “Güzel bir tedbir aslında,” dedi.

Burada işimize yarar bir bilgi edinememiştik. Ev sahibinin ısrarı üzerine birer kahve içtikten sonra kalktık. Hüseyin’e “Beni Emniyete bırak, sen de şu sanayi işini bir araştır bakalım. Hani diyordu ya işe girdim diye, onlar ne diyecek?” dedim.

Söylediğim gibi beni Emniyete bırakıp kendi sanayiye geçti. Cinayet Büro’ya çıkarak masama oturdum ve yarım kalan bir dosya üzerinde çalışmaya başladım.

Yaklaşık iki saat geçmişti ki telefonum çaldı. Ekranda “Hüseyin” yazıyordu. Hemen açtım:

“Şef, nasıl desem bilemiyorum.”

Hüseyin’in sesindeki tını hiç hoşuma gitmemişti.

“Ne oldu ki?”

İç geçirdi. “Çok yazık oldu adama,” dedi, ardından duraksadı.

“Ya söylesene hadi, çatlatma adamı!” diye çıkıştım. 

“Sanayide Ali Usta’yı buldum. Yusuf orada çalışıyormuş. Oyuncak eşya ve ahşap kumbara yapıp toptan  Cemre AVM’ye  satıyorlarmış.”

“Yapma ya! Müştekiler, kumbarayı o alışveriş merkezinden almışlardı değil mi? Doğal olarak da üzerinde Yusuf’un parmak izleri çıktı.  Yusuf’un hırsızlıktan sabıkası olduğu için de başkaca bir araştırmaya gerek görmedi bizimkiler…”

    “Aynen öyle şef.”

Söylenecek bir şey kalmamıştı, karşılıklı sustuk. Sessizliği Hüseyin bozdu:

“Şef bir emrin var mı Emniyete geliyorum.”

“Estağfurullah bir emrim yok, ama bir ricam var. Ustadan, Yusuf’un nişanlısının adresini öğren ve oraya git. Kıza, Yusuf’un hırsız olmadığını söyle!”

 

Bu yazıda 3 yorum var

  1. Hakkı YÜCEL

    Kalemine sağlık Mustafa KALENDER. Bir solukta okudum.

    1. Hanifi

      Yüreğine sağlık mustafa bey bir solukta okunacak harika bir hikaye olmuş. Ön yargının ne kadar büyük zararlar vereceğini olay hikayeciliginde göstermişsiniz

      1. Ahmet Seven

        Güzel kurgulanmış bir öykü olmuş. Bir çırpıda severek omudum. Başarılarının devamını dilerim Mustafa.

Bir cevap yazın